KOMÜNİST HAREKETTE TASFİYECİLİĞİN YAPISAL DAYANAĞI
Faşizm Roboski’den bugüne soykırımcı tasfiye planını sürdürüyor. Halkların, devrimcilerin, komünistlerin gündemi tasfiyeciliğin tasfiyesidir. Bu doğal. Fakat bunca destansı direnişe rağmen faşizmi yenememek doğal değil. Komünist basını tarayalım. Sürekli faşizme 'yenilmedik' övgüsü var. Dağılma ve başarısızlıklar düşman saldırılarına indirgeniyor. Faşizmi yıkmak için bu denli güçlü bir direniş yürütülmesine rağmen bir avuç kalmış olmayı başarı görenler, sıkılmadan faşizme yenilmedik diye övünüyorsa bu, en iyimser değerlendirmeyle olguları altüst etmek; sınıfa, ezilenlere, kendi görüşlerine, ödediği bedellere karşı sorumlu davranmamaktır. İlk kural çiğneniyor! Komünistler gerçeği gizlemez. Hatalarını sınıfa-halka karşı sorumluluğu olarak görür.
Kendini devrimin öncüsü olarak gören her komünist şu soruyu sormalı: Bugün yaşananları yaşamak zorunda mıydık? Ayaklanmalar çağında, çoklu kriz yaşayan TC’de günden güne erimenin nedeni nedir? AKP-MHP faşizminin yıkılması, demokratik devrim değilse bile burjuva demokrasisine geçişin sağlanması mümkün değil miydi? Brezilya, İspanya, Yunanistan, Şili ve Rojava’da mümkün olan Türkiye’de mümkün değil miydi? Mümkündü, hala öyle! Sorun bunu başaramamış olmaktır. Burada en günahkârlar, devrim günceldir tespitleri yapan, kendini devrimci hareketin öncüsü sayan ama kendini değiştirmeyenlerdir.
Son 15 senede halkların birleşik mücadelesi üç tarihsel
başarı kazandı: Bunlar Rojava Devrimi, seçim barajının aşılması ve öz yönetim
deneyimlerinin yaratılmasıdır. Bu başarılar AKP’de parçalanmaya yol açtı. TC’de
ise rejim krizini derinleştirerek yıkılmanın eşiğine getirdi. Direnişler ve kazanılan
başarılarla hakların birleşik devrim
cephesi tarihinin en büyük siyasal ve askeri gücüne ulaştı. Birleşik devrim
hareketi; devrimin kurucu anlayış, tarz ve kadro gücünü kazandı. Bunlara öncülük
eden Kürt Özgürlük Hareketi ve hareketin önderi A. Öcalan oldu. Hareket
iniş-çıkışlarına rağmen kesintisiz olarak gelişiyor. Her geçen gün işçi sınıfı
ve ezilenlerin yeni kesimlerini cephesine katıyor. Birleşik devrim gücü billurlaşırken,
faşist TC giderek parçalanıyor. Komünist hareket ise belirli çıkışların
dışında, Türkiye ve Bakur’da günden güne eriyor. Kurdistan'da ise tecrit ediliyor. Birbiriyle taban
tabana zıt olan bu durum değerlendirilmeyi hak ediyor.
Komünist hareketin birleşik halk mücadelesine katılımı
söylem ve iddialarına rağmen parçalıdır. Gerçekte, komünistler bu mücadeleye
2013’lere kadar direnç gösterdi. Örneğin yıllarca seçimlere katılmadı ya da ayrı girdi. HDP’nin
kurulmasına, gerilla savaşına yıllarca karşı çıktı. ‘Teorik’ gerekçeler
uydurdu. Fakat halkların öncülüğünde gelişen mücadele, adanmış devrimcilerin
çabası; tüm kuvvetleri olduğu gibi ayrı durmaya çalışan komünistleri de içine
çekti. Özellikle Gezi, Kobanê ve gerilla direnişleriyle grupçu, ayrışmacı,
dogmatik eğilimler geri çekildi. Genç ve kadın komünistlerin öncülüğünde
hareket, tarihinin en büyük çıkışını yaptı. Hiç ulaşmadığı kesimlere ulaştı.
Ezilenlerin saygı ve sevgisini kazandı. Birleşik mücadele içerisinde yenilendi,
gelişti, güçlendi, öncü sorumluluklar aldı. Fakat, birleşik ve
devrimci mücadeleyi ‘ideolojik’ nedenlerle yadsıyan eğilim geri çekilse de
tavrından vazgeçmedi. Mücadelenin sertleşip, hareketin kayıp vermesiyle tekrar
baskın hale geldi.
Tasfiyeci, grupçu ve sınırlı devrimcilik eğilimi Suruç
katliamıyla kendini ortaya koymaya başladı. Bu anlayış, geliştirilen faşist
teröre rağmen özgür mücadele araçlarını örgütlemek yerine yasal particilik yaptı,
sistemle hukuki bağını koruma telaşına girdi. Komünist hareketin önderleri savaşın
en sert sürecinde bedelli askerlik kuyruğuna sıralandı. Hukuksal sorun yaşamamak
adına ölümsüzlerin cenazelerine katılmama pratiği sergiledi. Hareketin yasa
dışı, özgür mücadele araçları ise adım adım yalnızlığa terk edildi. Kazanılmış
birçok mevzi tasfiye oldu. Bu keşmekeşte yüzlerce komünist yaşamını yitirdi,
yaralandı, tutsak düştü, sürgün ve tasfiye edildi. Faşizme karşı direnişin
merkezine ise yasal parti ve ‘hukuk’ mücadelesi yerleşti.
Bu anlayış, öz savunma sürecinde adeta çözülmeye yol
açtı. Komünist hareket, öz savunmalara hem eleştirel yaklaştı hem de başladıktan
sonra yalnızca sembolik olarak yer aldı. Tüm yapısı yasal parti
örgütlenmesine gerileyen Bakurlu komünistler, gençlerin ev ev çarpıştığı
günlerde, yasal parti bürolarında açlık grevi yaparak sürece ‘katıldı’.
Batıda ise komünistlerin örgütlü olduğu iki sokakta iki gün dahi öz savunma
örgütlen-e-medi. Örgütlemesi gerekenler, birer yasal parti yöneticisi olarak çeşitli
tali işlerle uğraştı. Sonra da birçoğu soluğu Avrupa'da aldı. Sonuçta yasal particilik, birleşik halk direnişini örme imkânlarına
net olarak yüz çevirdi. Komünist hareket yüzlerce devrimciyi, kazandığı onlarca
mevziyi kaybederek Türkiye ve Bakur’da yok olma noktasına kadar geriledi.
Kurdistan’da ise yalnız bırakılarak tecrit edilmekte. 15 yılın özeti budur.
Bugünlerde ise aynı anlayış bu kez de ayrışma
kışkırtıcılığı yapıyor. Bunu da ‘taktik’ diyerek tepki çekmemeye çalışıyor.
Fakat, gerilemenin nedenini eskimiş ‘teorik’ saiklerle birleşik mücadelede
arıyor. Sözüm ona yine ‘sınıfsal’ tutum alıyor.(!)
Günümüzün
Menşevizmi: Bir Kez Daha Yasal Parti
Komünistler son 15 senede siyasal açıdan üç büyük atılım yaptı. Bunlardan en önemlisi cins özgürlük mücadelesidir. Kadınlar ve LGBTQ komünistler bürokratik kastları yıka yıka yürüyüşünü sürdürüyor. Diğer ikisi ise yasal parti ve gerilla faaliyetidir. Denilebilir ki politikaların yüzde 70’i bu iki araçla yapıldı. Fakat bu ikisi kendi alanında büyük bir direniş ortaya koymalarına rağmen etkili ve sonuç alıcı olamadı. Çünkü komünist hareket, geçmişte ve son 15 senede tarihsel iki hata yaptı. Önce 68-71 devrimci kopuşunu yanlış anlayarak on yıllar boyunca parlamento mücadelesi ve yasal parti imkânına yokmuş gibi davrandı. Sonra yasal partiyi, çeşitli kavramlarla iğdiş ederek meşru mücadelede en stratejik araç olarak niteledi. Böylece, 40 sene geriden izlediği yasal parti mücadelesi her şeyin önüne geçti. Dogmatizme karşı atılan bu adım kendi altını oyup günümüz Menşevizmi’ne kapı açtı. Yasal parti faşizm koşullarında yapabileceği her şeyi yapıyor, bedelini fedakârca ödüyor. Peki kitleleri örgütleyebiliyor mu? Amaç neydi: Denetlenemez ve örgütlü bir güç yaratarak halk direnişlerini kesintisizce geliştirmekti. Bir işçi, öğrenci veya memurun yasal partinin düzenlediği birkaç etkinliğine katılmasının doğal sonucu ise kısa sürede faşizmin hedefine dönüşmesidir. Bunun sonucu okulu, işi veya evinden atılması; avukat ve yargı borcu ile ilk günden faşist kuşatmayla karşı karşıya kalmasıdır. Kendiliğinden bir bilinçle bile, faşizm gerçeğini gören, devrimin ayaklanmayla başarılabileceğini sezen işçiler bu yüzden yasal partilerle ilişki kurmuyor. Çocuğuna ekmek götürüp okutmak zorunda olan işçi kadından başka bir şey de bekleyemezsiniz.
Komünistler faşizmin yenilgisini ayaklanma ve devrimci
halk savaşında görür. Devrim kitlelerin eseridir. Her araç bu gücü kazanmak
içindir. Faşizm şartlarında bunu kazanmanın yolu gerilla ve yasal parti
değildir. Tarihten bugüne gerillanın rolü halkı koruyup düşmanı yıpratmak;
yasal partinin ise devrimci halk hareketinin sesini geniş kesimlere taşımaktır.
Ajitasyon-propaganda ve örgütlenmede gerilla öncü, yasal parti ise artçı iki
taktik araçtır. Temel araç, biçimi mutlak olmamakla birlikte daima, merkezi
örgütlenen kitle iletişim araçlarıdır. Rusya’da biçimi gazeteydi. Pravda, en
çok okunan 2. gazeteydi. Çin’de afiş, Küba’da radyoydu. Günümüzde görsel
medyadır. Burada da uydu değil, internet tabanı esastır. Nedeni açık: Faşizmin
her türlü hakkı engellediği koşullar altında devrimcilerin sesini sistemli,
açıkça kitlelere ulaştırmak; halkı denetlenemeyecek kadar yaygın iletişim
araçlarıyla hareketli kılmak, bunun sağladığı sonsuz ilişki ağıyla devrime
hazırlanmak.
Bu manada Türkiye-Bakurê Kurdistan’da da temel örgütleme
aracının yasal parti veya gerilla örgütleri olmadığı Gazi, Gezi, Kobanê direnişlerinde net
olarak görülmüştür. Genel tabloya da bakalım: Faşizmle en ağır savaşı yürüten
PKK kitle iletişim araçlarına en çok imkân ve kadro ayıran harekettir. Yalnızca
Türkçe yayın yapan TV kanalı dahi hiçbir geliri olmaksızın halkın sahiplenmesiyle
ayakta. Bunun tek kazanımı aynı anda milyonlarca kişiye dolaysız ve gündelik
sesini duyurmaktır. DBP’nin üye sayısı 6 bin, HDP’nin ise 45 binlerdedir. Yani
bu halk bu kadar örgütlüyse, bunu yasal partilerle sağlamıyor. Marksizm iddialı
görece kitlesel yapılar açısından da durum benzer. Örneğin Sol Parti’nin 5.500
civarı üyesi, Birgün’ün 2 milyon takipçisi var. En az 2 milyon kişilik bir etkileşim
kapasitesi! EMEP’in üye sayısı da 5000 civarı. Buna karşın yaklaşık 1 milyon
kişi internette Evrensel’i takip ediyor…
Peki, 4 cephede cenge giren, kahramanca dövüşen ve
kitleleri ayaklandırma iddiasındaki komünistlerin durumu nedir? Yasal Parti’de
birçoğu mücadeleyi bırakmış yaklaşık 500 üye var. Haftalık gazetelerin dağıtımı yüzlerle
sınırlı. ‘Ajans’ları binler takip ediyor. Youtube kanallarını ise günde yüz
kişi izlemiyor! Yani haftada birkaç bin kişiye sesini duyurabiliyor. Üstelik bunlar,
komünistlerin politikalarını ancak dolaylı olarak yansıtıyor. Örgütleyici bir rol ise oynamıyor. Bu birkaç bin kişinin komünistleri doğru anladığını ve
çevresinde 5 kişiyle temas halinde olduğunu varsayalım. Haftada 10-15 bin kişilik kapasite maksimum! Haftada 15 bin kişiye ulaşan
bir hareket kitleleri nasıl yönlendirebilir? Komünistleri Donkişotvari bir
duruma düşüren işte bu!
Yasal parti suların dingin olduğu dönemde kısmi olanaklar
sundu. Şimdi ise durum ortadadır. Yasal partinin temel
ajitasyon-propaganda-örgütlenme aracı haline gelmesiyle Komünistler kitlelere
sesini uzun aralıklarla ve dolaylı biçimlerde ulaştırabildi. Bırakalım örgütlenmeyi, komünist gerilla ve milislerin eylemleri, Komünist Parti'nin açıklamaları komünist hareketin kendi kitlesine dahi ulaştırılamaz hale geldi. Böylece komünistlerin kitlelerle bağları giderek koptu. Kitle çalışmasında tasfiye olma
noktasına gelinirken kitle iletişim araçları çağ atladı. Bu durum da
komünistlerle kitleler arasındaki uçurumu derinleştirdi. Bununla birlikte gelişen düşman
saldırılarıyla komünist hareket, önemli ölçüde tasfiye edilerek kontrol
altında bir güce dönüştü. Faşizme bu imkânı veren günümüzün yasal particileri,
Menşevikleridir. Hatırlayalım yasal partiyi, parlamentoyu esas alıp, özgür ve
yarı legal propaganda-örgütlenmeyi tali gören Menşevikler'di. Yasal partiye
stratejik rol biçen Menşevikler, yasal partinin kitleleri örgütlemede nasıl
engin olanaklar sunduğuna methiyeler dizip durdu. Lenin ise kitle çalışmasında
temel aracın yasal parti değil kitle iletişim araçları olduğunu savunarak
Parti’yi inşa etti.
Komünist harekete yerleşen menşevizmin bir mücadele alanı
olarak görülen Avrupa’da yol açtığı sonuç çok daha vahim. Genel kitle
ajitasyon-propaganda faaliyeti ve örgütlenmesini kitle iletişim araçları değil;
yasal dernekler yürütüyor. Dernekler, yaz kampları, dayanışma geceleri derken
çok büyük bir güç, hem Türkiye ve Kurdistan gündeminden hem de Avrupa
gündeminden uzaklaşıyor. Bu yetmez gibi, büyük olanaklar harcanıyor.
Harcanan enerjiyi karşılamak için de ticari ilişkiler geliştiriliyor. Siyasal
faaliyetin yerini, bir çeşit kooperatifçilik alıyor. Yarım asırlık komünistler,
birer kooperatifçiye dönüşüyor. Tüm bunlar mültecileşmekten başka bir şeye hizmet etmiyor.
Son 15 senedir yaşanan olumsuzlukların arkasında yatan
temel neden bu. ML’ler için stratejik araç, biçimi nasıl olursa olsun yaygın ve
özgür ajitasyon-propaganda araçlarıdır. Yasal partiye stratejik anlam yüklemek
Menşevik bir sapmadır. Faşizm tespiti yaparken yasal parti etrafında
örgütlenmeye çalışmak ise komünist-devrimci bir hareketin intiharıdır. Son yıllarda
gelişen tasfiyeciliğin esas kaynağı budur.
YAŞASIN DEVRİM YAŞASIN SOSYALİZM!
BİRLİK MÜCADELE
ZAFER!
Yorumlar
Yorum Gönder