TASFİYECİLİĞİN İDEOLOJİK KAYNAKLARI
Türkiye-Kurdistan birleşik devrim hareketi, yalnız bölgede değil dünyada çekim merkezidir. Birleşik cephe, soykırımcı tasfiyeciliğe rağmen yoluna devam ediyor. Bu mücadelede yenilenen komünistler önemli sorumluluklar almayı sürdürüyor. Bunun karşısında, HDP’yi aldığı gibi komünist hareketi de etki altına alan yasal particilik, bunu takip eden çürüme aşılmalıdır. Komünist hareketin yarattığı değerlerin korunması, dağılmanın önüne geçilmesi için bu önemli bir duraktır.
Son 15 senede Rojava Devrimi, barajın aşılması, öz yönetimler, cins özgürlük bilincindeki sıçrama başta olmak üzere tüm kazanımların birleşik mücadeleyle kazanıldığı belirtilmişti. Bu mücadele içinde gelişip güçlenmek her kesim gibi komünist harekete de bazı nitelikler kazandırdı. Bu niteliklerin ilki öncüleşme, halklaşmadır. Ölümsüz komünistler, komünist gerilla ve tutsaklar bunun nişanesidir. Diğeri tasfiyeciliktir. Günümüzde yaşanan bürokratik çürüme ve güç zehirlenmesi burada aranmalı. Önderleşme ve tasfiyecilik. Karşı karşıya olan bu ikisidir.
Tasfiyeciliğin ideolojik kaynaklarını ele alalım.
Birleşik Cephe tüm saldırıları en önde göğüsleyerek yeni yaşamı inşa ediyor, faşizmle derdi olan herkesi yanına çekmeyi sürdürüyor. Komünistler de sorunlarına rağmen direngen sorumluluklar üstleniyor, hareket içerisinde yenilenerek gelişiyor. Ancak, son yıllarda gelişen tasfiyeci saldırıların etkisiyle, birleşik cephedeki bazı kesimler kararsızlık ve geri çekilme sinyali vermeye, komünistler de bu duruma ortak olmaya başladı. Bilindik kurumlar bu yaklaşımları kışkırtıyor. Tasfiyeciliği birleşik cephe siyasetiyle kurulan ilişkiden bağımsız ele almak her dönem yanılgılıdır. Bu eğilim Kürt özgürlük hareketinin darbeler yediği her dönem ayyuka çıktı. 1999 uluslararası komplo sürecinde açığa çıkan tasfiyecilik ve ayrıştırma eğilimi bunun en çarpıcı örneğidir. O dönem Marksizm Leninizm adına ayrışma kışkırtıcılığı yapanların, sonradan ne hale düştüğü görüldü. Bu durum iyi anlaşılmalı.
Birleşik cephe; 2004-2006 gerilla atılımı, İstanbul-Bakur merkezli direnişler ve seçim zaferleriyle yükselişe geçti. Komünistler bu süre zarfında geliştirilen ortak mücadeleye kısmi eylem birliği düzeyinde katıldı. Gücü yettiğince bağımsız bir hattan yürümeye çalıştı. Ortak cephe çalışmalarına ise sembolik ya da grup çıkarlarını önceleyerek katıldı. Bu tutum 2014’e kadar sürdü. Gezi Ayaklanması, HDP’nin kurulması ve esasen Kobanê serhildanıyla birleşik cepheye gövdesiyle katılmaya başladı. Bu çizginin öncüsü Orhan Yılmazkaya, Ulaş Bayraktaroğlu, Baran Serhat, Ahmet Şoreş ve yoldaşları oldu. Yılmaz Selçuk, Serkan Tosun, Sarya Özgür, Cebrail Günebakan, Destan Temmuz, Berçem Renas, Arjin Yılmaz, Eylem Ateş, Diyar Zafir ve onlarca ölümsüz komünist benzer duruş ve heyecanla birleşik mücadeleye katıldı. Komünistler, politik kavrayışlarının yanı sıra, devrimci adanmışlık yönleriyle de öne çıktı. Bu duruş, hem birleşik mücadeleye hem de komünist harekete yeni nitelikler kazandırdı. Bu temelde komünist hareket güçlü bir ideolojik-politik-askeri düzey kazandı. Birleşik cephede öncü sorumluluklar almaya başladı. Bunlar, dogmatizm ve oportunizmin aşılmasıyla kazanıldı.
Dogmatizm, birleşik mücadeleye başından karşıydı. Kendi duruşuna ‘sınıfsal’ izahatlar getiriyor, komünist hareketi de etkilemeye çalışıyordu. Sözde Marksizm-Leninizm adına yalnızca gerilla mücadelesine değil; cins özgürlük mücadelesine, ekoloji, inanç mücadelelerine de sırtını dönüyordu. Dogmatizm; HDP’ye, Rojava Devrimi’ne, gerillacılığa, semtlerde gelişen antifaşist halk direnişlerine, değişik türden ortak mücadelelerin tümüne Marksizm-Leninizm adına direndi. İtirazların biçimi, sofuların “Din elden gidiyor yetişin” serzenişini andırıyordu. Öte yandan, dogmatizm birleşik cepheye sınıf adına itiraz etse de işçilerin esas gündemi olan birlik, politik özgürlük, sınıf siyasetini geniş kesimlere taşıma, sınıfa parlamentoda temsiliyet kazandırma, silahlanma, genel direniş taktiğini uygulama gibi ihtiyaçlarına sırtını çevirmiş oluyordu. Altı boş slogandan başka bir işe yaramayan ayrı durma siyaseti, aslında kişisel, grupsal çıkarlarını amaç edinip konfor alanını sürdürmekten başka bir şey değildi. Nitekim, birleşik mücadelede ayrıksı davranan devrimci ya da reformist tüm güçler gibi, dogmatizm de yukarıda belirtilen sınıfsal sorumluluklarından birini bile yerine getiremedi. Dogmatizmin keskin savunucuları da fırsat buldukça gazete ve dergilerde benzer gerici tartışmaları sürdürmek, alakasız gündemlerle birleşik mücadele güçlerini oyalamak, mültecileşmekten başka sınıf siyaseti adına bir şey yapmadı. Komünist hareket belirli bir düzey kazandıysa, bugün birer yıldız gibi parlayan komünistler yetiştirdiyse, bunu dogmatizme rağmen, birleşik mücadeleye etkin tarzda katılarak, dogmatizmin gerici direncini aşarak yaptı.
Dogmatizme karşı görünse de benzer tutumlar sergileyen bir diğer sapma eğilimi ise oportunizmdi. Oportunizm, fikirsel olarak dogmatizme karşı görünse de, her kritik anda dogmatizmden yana saf tuttu. Devrimci komünistleri ise yatıştırma siyaseti izledi. HDP’ye sözüm ona teorik olarak karşı çıkmadı ama meseleye "İçine girersek eririz" grupçuluğuyla yaklaştı. Rojava Devrimi’ne katılmaya ‘ilkesel’ olarak karşı çıkmayıp "sembolik olarak katılalım" diye kendini dayattı. LGBTQ’ya karşıyım demedi; LGBTQ’ları sınıf mücadelesine kazanılamayacağını tartıştırdı. Dogmatizm, oportunizmin elinden bırakmadığı sopasıydı. Oportunizm ise sınıf ve cephe mücadelesini tatlı sözlü fikirleriyle darbeledi. Oportunistler için her şey kişisel konfor ve grup çıkarına göre doğru veya yanlıştı. Örneğin, yasal parti kurulmasını canla başla savunurken, çatı partisi kurulmasına canla başla itiraz etti. İlki grup çıkarı ve konfor alanı yaratıyor ikincisi sarsıyordu. Cins özgürlüğü, ekoloji, inanç örgütlenmesi, gerilla mücadelesi gibi hemen her konuda, atılacak güçlü adımların grup çıkarlarına hizmet etmeyeceğini iddia ederek benzer tutum sergiledi. Özetle, komünist hareketin asıl direnci dogmatizm değil, tatlı sözlü oportunizmdi. Son 15 senede kazanılan her şey bu ikisi geriletilerek kazanıldı.
Bugün ise yeni bir durum doğdu. Devrimci komünist hareket, kendi yetersizlikleriyle birlikte faşizmin saldırıları, yasal partici anlayışların etkisiyle dayandığı sınırı aşamadı. Mücadele, faşizmin çizdiği sınıra geriledi. Komünist propoganda ve örgütlenme yok olma düzeyine geriledi. Dogmatizm ve oportunizm ise boşluktan istifade ederek güçlendi. Bu en net birleşik cepheye karşı geliştirilen ‘taktik’ ayrışma kışkırtıcılığı olarak görülmektedir. Birleşik cepheye itiraz etmeyi düstur gören dogmatizmin önü açılırken oportunizm de cepheyi grup çıkarları için kullanma tutumu izliyor. İkisi, hareketi eski konfor alanına çekmek isterken, aynı suda iki kez yıkanılmayacağını unutuyor!
Birleşik cephede ayrıştırmacılık, Marksist Leninist gruplar arasında rekabetçilik ve yasal particilik biçiminde açığa çıkan tasfiyecilik kendine has anlayış ve tarzları da yeşertti. Tasfiyecilik en belirgin olarak bürokratik çürüme ve güç zehirlenmesi biçiminde yaşanıyor, yasal particilik ve dernekçilikte açığa çıkıyor. Bunlar tüm yapıda dejenerasyonu, sınırlı devrimciliği; kitlede apolitizmi, güvensizliği ve dağılmayı üretiyor.
Komünist hareketin son 15 senede kazandığı siyasal başarıların akabinde, açığa çıkan temel ideolojik sapma eğilimi güç zehirlenmesidir. Ortadoğu toplumlarında güce ulaşmanın tipik yansıması bu anlayıştır. Ağalık, beylik özelliklerini harfiyen yansıtır. İlk bakışta çalışkan, kibar, merhametlidir. İktidar alanında ise dediğim dediktir. Parçalı devrimcilik, başarısız direnişçilik bunun ana kaynağıdır. Başarısız direnişçiliğin getirdiği tüm kişilik, tarz ve anlayış sorunları, örgütsel çalışma ve denetimin zayıfladığı anlarda ortaya çıkar. Çürüme en çok, kendini esas alma tutumunda dışa vurur. Bu tutum fevridir. Kitlelerin eleştiri ve tepkilerine karşı umursamazdır. Örgütlü hareket etmekten korkar. Eleştiriden kaçar. İlişkileri kişisel, göreli, hesapçı ve bürokratiktir. Sürekli geçmişine sığınır. Düşmana cesur görünmeyi yeter görür. Halklarla ilişkisi sınırlıdır. Olanakları rahatça harcar. Kendi kararını örgüt kararına dönüştürmeye çalışır...
Tasfiyeciliğin bir diğer biçimi, yasal particiliğin derinleşmesiyle kök salan memurlaşmadır. Bu anlayış, görevini yapmak ve devrimcilik arasında ilişki kurmaz. Mücadelenin gündemlerine karşı edilgendir. Yalnızca söyleneni yapmakla ilgilidir, söylenmeyen ‘iş’e ise düşmandır. Kendi, konfor alanı, alışkanlıklarıyla ilgilidir. Bunu korumayı esas alır. Örgütsel sorunlara karşı bu nedenle duyarsızdır. Kendini yormaz. Altı biraz kazınsa, kendini güvende hissetme rahatlığı ve bunu koruma çabası rahatça görülür. Çoğunlukla bir sabit maaş, güvenceli meslek/aileyle desteklenir. Devrimcilik de yaşamı renkli kılan bir hobiye dönüşür. Bunu görmenin en iyi yolu yine eleştiridir. Eleştiri aldığında, o duyarsız görünümünün altından hırslı, sinsi bir memur çıkar. Her şeyi kişiselleştirir, örgüt hukukunu dahi tanımaz.
Sürekli tasfiyecilik üreten adeta kökleşmiş başka bir ideolojik sorun gerontokrasidir. Komünist gençlik her dönem, ortalama bir partiden çok daha nitelikli kadro ve döneminin en adanmış devrimcilerini yetiştirmiştir. Ne ki, bu düzeyi kazanan gençlerin neredeyse hepsi karma örgütlerde karşılaştıkları çeşitli hile, yıpratma politikaları ve karalamalar sonucunda mücadeleden kopmuş, koparılmıştır. Yaşlı-kurnaz erkeğin ilk sınıflaşmadan bugüne sürdürdüğü iktidarcılık komünist harekete bu biçimde sirayet etmiştir. Son 15 senede kazanılan tüm başarılara öncülük etmiş olmalarına rağmen, genç komünistlerin yüzde 80’i komünist partilerden atılmış ya da ayrılmak zorunda kalmıştır. Bunların tamamı kastlaşma ve gerontokrasi eleştirisi yaparken, sisteme muhalif olma kimliğini korumuş, devrimci mücadelenin manevi değerlerine bağlı yaşamayı sürdürmüştür. Bu tablo, hem komünist hareketteki kastlaşmayı hem de komünist gençlerin ideolojik mücadeledeki yetersizliğini ortaya koyuyor. Komünistler hala “Gençlik Gelecek, Gelecek Sosyalizm” sloganı atıyor. Oysa “Gençlik gelecek” yaklaşımı burjuva partilerin, devletin, ailelerin sloganıdır. Gençlik soyut bir gelecek değil, bugündür!
Dönemi karakterize eden başka bir savrulma kadın ve LGBTQ+’ları temsil etme iddia ve çabası karşısında kendinde ısrar eden gerici ilişkiler ağıdır. Bunun başını aile yaşamına kölece bağlı sözde adanmış komünistler tutuyor. Bu anlayışın temsilcileri hem toksik ilişkilerini hem de adanmış devrimcilik iddiasını sürdürme arasında boğuluyor. Çünkü bahsedilen ezen-ezilenin olduğu politik alandır. Kapitalist sistem kadın-erkek arasındaki sözde serbest birlikteliği kutsar. Kadın erkek arasında yapılandıran bu yeni liberal ilişki tarzı, ailenin yeni biçimidir. Bir kurum olarak örgütlenerek sistemin yeniden üretim sürecini örgütleyen yapı taşına dönüştürülür. Bu serbestlik değil, sistemin topluma dayattığı bir normdur. Ataerkil kapitalizm çağında, bu kurum patriarkayı sürekli yeniden üretmek ve restore etmekten başka bir şey değildir. Nitekim, bu kurum en bencil-çıkarcı ilişkilerin yaşandığı alandır. Adanmış devrimcilikte de kurum olarak sevgililik her türden dedikodu, kuralsızlık, imtiyaz ve çürümenin adresidir. Bu mülkiyetçi konumlanış kolektif etkin bireyi yabancılaştırır.
Bu tabloya en güçlü itiraz ‘adanmış’ erkek komünistlerden geliyor. Erkek komünistler, heteroseksist ilişkilerde erkekliği üretmeye çalışmadıklarını, özgürleşmeye çalıştıklarını iddia ediyor. Fakat özgürlüğe ‘adanmış’ erkekler 'nedense' istikrarlı bir biçimde kadına meylediyor! Bu tanıdık bir ikilemdir. Kurnaz erkek her zaman yaptığını yapıyor. Kendi gerçeğini gizlemek için erkeklik üretme çabasıyla kadının toplumsal ve cinsel özgürlük arayışını aynılaştırır. İşin aslı ise gücünü-konumunu kullanarak kadının cinselliği, emeği, bilinci ve sevgisini sömürmekten başka bir şey değildir.
Heteroseksist 'eş'lik kurumu ‘özgürlük’ adına kutsanmaya, hatta örgütlenmeye devam ediyor. Bu yapı komünist hareketin büyük ölçüde kanıksadığı fakat ideolojik açıdan en geri olduğu yanıdır.
YAŞASIN DEVRİM, YAŞASIN SOSYALİZM!
BİRLİK, MÜCADELE, ZAFER!
Yorumlar
Yorum Gönder