YOL VE ENERJİ SAVAŞLARININ ORTASINDA FİLİSTİNLİLER, ERMENİLER VE KÜRTLER

“Bugün bu kalemi, büyük bir nimeti göstermek için getirdim. Yeni Ortadoğu'nun nimeti… Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Ürdün ve İsrail'den Avrupa'ya. Bu olağanüstü bir değişim. Anıtsal bir değişim. Tarihte bir dönüm noktası! Fakat Filistinliler'e, İsrail'le Arap ülkeleri arasındaki yeni barış anlaşmalarını veto hakkı vermememiz gerektiğine de inanıyorum”

İsrail Başbakanı soykırımcı faşist Netanyahu, katıldığı bir etkinlikte yaptığı bu konuşmada, G20 zirvesinde kabul edilen, Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa'yı birbirine bağlayan ekonomi koridoru – IMEC’i böyle anlatmıştı: https://twitter.com/iyoba4u/status/1720080665612591402?t=O1lzk3kdTckPJKAio7IwAw&s=19

22 Ekim'de, yani Aksa Tufanı Hamlesi’nden yalnızca iki hafta önceki bu konuşmada, Filistin'e yönelik uyarıları dikkat çekmişti. Netanyahu'nun gösterdiği haritaya daha yakından bakalım.



Güzergahta yalnızca kırmızı hat eksik. Bu hat da tamamlanırsa, Hindistan’dan Avrupa’ya yaklaşık 20 gün süren hammadde yolculuğunun yüzde 40 kısalacağı düşünülüyor. Vardığı yer ise Gazze'ye 100, Nablus'a ise 40 kilometre mesafede yer alan Hayfa Limanı.

 IMEC, Kızıldeniz'i İsrail'e bağlayan Ben Gurion Kanal Projesi'yle de destekleniyor. Kanal ise Gazze'nin hemen yanındaki liman kenti Aşkelon kasabasına varıyor.

Hindistan-Avrupa ticareti, önceden Mezopotamya ve Anadolu’dan geçen tarihi baharat yoluyla sağlanıyordu. Ardından Afrika’nın keşfiyle deniz yolu da açılmış oldu. Gemilerle tüm Afrika dolaşılmak zorunda kalsa da Hindistan’dan İngiltere’ye ulaşılabiliyordu. 18’inci yüzyılda ise İngiltere ve bölgedeki manda hükümetleri tarafından yapılan Süveyş Kanalı’yla yeni bir yol güzergahı daha oluştu. Kanal, dünya ticaretinin yüzde 10’unun gerçekleştiği devasa bir ekonomik koridor haline geldi. Kanal hattındaki Mısır ve Yemen ise bölgenin en stratejik ülkeleri haline geldi. Ne ki işbirlikçi iktidarlar ve kapitalist hegemonyacılık eliyle süreklileşen darbeler iki ülkeyi de bölgenin en yoksul ülkeleri haline getirdi. Dünya zenginliğinin önemli bir kısmını taşıyan Süveyş Kanalı’nın ne Mısır ne de Yemen halklarına hiçbir faydası olmadı. Bölge devletleri ise pazar kavgasını sürdürdü. Tıpkı faşist şef Erdoğan gibi.

Hatırlanacağı üzere, G20 zirvesinde onaylanan İsrail'in yol projesine en büyük tepki faşist şef Erdoğan'dan gelmiş, 11 Eylül'de yaptığı açıklamada, "Türkiye'siz bir koridor olmaz. Doğudan batıya trafik için en uygun hat Türkiye üzerinden geçmek durumunda." ifadelerini kullanmıştı.

G20 zirvesine katılan ülkeler ise Türk Devleti'nin Basra Körfezi'nden Ceyhan'a uzanan alternatif yol projesini onaylamamıştı. Türk Devleti'nin sunduğu proje, Hindistan-Avrupa mesafesini daha da kısaltsa da, güzergahı güvenliksiz ve yapımı henüz başlamamış olduğu için ilgi çekmemişti. Öyle ki projede belirlenen Basra Limanı dahi henüz yapım aşamasında. Yolların yapımına ise henüz başlanmış değil.

İşin bir de petrol boyutu var. İsrail petrol ihtiyacının %40'ını Türkiye üzerinden sağlıyor. Yapılmak istenen yolla S. Arabistan'dan sağlamasının önü açılarak, Türkiye'ye bağımlılığı azalıyor. Petrolün Avrupa'ya gidişinde de Türkiye hattı gereksizleşiyor. Katar-Türkiye ile İran-Lübnan hatları ise Türk devleti ve İran tarafından sunulan ve benzer biçimde işlerlik kazanamayan alternatif projeler. 

Sonuç olarak, Netanyahu'nun çizdiği, G20'de onaylanan yol hayata geçerse Hindistan-Avrupa arasında yepyeni bir ulaşım güzergahı doğuyor. Süveyş Kanalı ile İran ve Türkiye'den geçen tarihi Baharat yolu büyük bir değer kaybı yaşıyor. İsrail, Asya-Avrupa ticaretinin merkezi haline gelirken, abluka altındaki Filistin ise, Birleşmiş Milletler kararlarınca kendi topraklarından geçen uluslararası yoldan hiçbir pay alamayarak tüm dünya sisteminden dışlanmaya devam etmiş oluyor.

İşte bu konjonktür altında, önce Azerbaycan 19 Eylül'de Karabağ'ın Artsakh kentini işgal etti. G20'den eli boş dönen Türk Devleti işgalci Azerbaycan'ı büyük bir coşkuyla kutladı. İran "Bölgede mevcut siyasi sınırların değişmesine izin vermeyeceğiz" açıklaması yaptı. 

 7 Ekim'de ise Aksa Tufanı Hamlesi geldi. Bu hamle, hem Türkiye hem de İran tarafından coşkuyla karşılandı. Hamlenin yönü direkt olarak Ben Gurion Kanalı'nın geçtiği Aşkelon kasabasını ve Kanal güzergahını denetim altına almaya yönelikti. El Kassam Tugayları silahlarını İran'dan aldıklarını inkar etmedi. Hamas yetkililerinin ise Hamlenin başlatıldığı gün Ankara'da oldukları açığa çıktı.



Şimdi, yapılmak istenen ben Gurion kanalının İsrail'den geçen kısmına daha yakından bakalım. Kanal, büyük bir kavisle Gazze'yi teğet geçiyor. Peki ya buna gerek kalmasaydı? İşte ikinci resim de Gazze'deki işgali gösteriyor. İsrail ordusu, askeri açıdan riskli de olsa direkt denize varmaya çalışan bir hattan ilerliyor. Yoldaki tüm yerleşim yerlerini ise yıkıyor. Bunlar G20'ye sunulan projedeki kavisi ortadan kalabilecek nitelikte adımlar. Bu değilse bile, Filistinlileri Aşkelon limanından uzaklaştırarak, uluslararası ticaret rotasının ‘güvenliği sağlanmış’ oluyor. Bu nedenle İsrail, ulusal güvenlik kisvesi altında, ateşkes çağrılarına rağmen Gazze'nin kuzeyine yönelik soykırım saldırılarını sürdürdü.

Kalkınma Yolu Değil, Kurdistan’ı İşgal Etme ve Bölme Yolu

Bölgesel hegomonya mücadelesinde Sömürgeci faşist TC'nin konumuna geri dönelim. Faşist Şef Erdoğan'ın İsrail'in yol projesi'ne yönelik stratejik bir pazar kaygısı yaşadığı açık. Hatırlanacağı gibi, G20 sonrası, bölgedeki tüm provokasyonlarında parmağı olan Hakan Fidan apar topar gittiği Irak ve Başurê Kurdistan'da Kalkınma Yolu Projesi'ni hızlandırmaya yönelik girişimlerde bulunmuş, ziyaretten kısa bir süre sonra ise Iraklı tüm bakanlar ve KDP yönetimi bir hafta boyunca Türkiye'de ağırlanmıştı. Ziyaret ve görüşmelere ilişkin ayrıntılı bir açıklama yapılmazken, tarafların olumlu değerlendirmeleri öne çıkmıştı.

AKP-MHP iktidarı, herşeyde olduğu gibi bu konuda da ambulansın peşine takılan şöför misali, gelişmeleri yakalamaya çalışıyor. Fakat iş işten çoktan geçmiş, iç sorununu çözemeyen, bölge ülkelerine karşı da çatışma, kriz ve katliam politikalarını devreye koyan Türk Devleti rekabetten geri düşmüş durumda. En başta da çözümünü bekleyen bir Kürt sorunu adım attırmıyor. Diyalog yerine soykırım politikalarına başvuran iktidar Kürt halkını bastıramayıp, özgürlük gerillalarını tasfiye edemeyince bölgesel tüm gelişmelerin gerisinde kaldı. Oysa Önder Apo yıllar önce, bölgesel kalkınmanın tek yolunun halklarla barış politikasından geçtiği noktasında uyarılarda bulunmuştu. Baskı, tecrit ve katliam politikaları 100 yıldır olduğu gibi bugün de Türkiye halklarının gelişiminin önündeki en büyük engel durumunda.

Kontrgerilla uzmanı Hakan Fidan, bu projeyi İsrail'inkinden çok daha hızlı olduğu yönüyle pazarlıyor. -Teorik açıdan bu doğru. Gerçekte ise uluslararası sermaye açısından projenin önünde iki temel engel var: İlki, Basra Körfezi’nden Ceyhan'a belirlenen yol güzergahının güvenlik bakımından oldukça istikrarsız olması. Sermaye, 3’üncü Dünya savaşı alevlenirken tedarik sistemini güvenli yollar üzerinden sağlamaya öncelik veriyor. İkincisi ise proje olarak sunulan yolun bitirilmesi için uzun bir süre inşa faaliyetlerine gereksinim duyulması. Sermaye uzun yıllardır yapımı süren ve bitirilme aşamasındaki IMEC'i bu nedenle de tercih ediyor.

Kalkınma Yolu Projesi'ne daha yakından bakalım. Irak'ın Basra Körfezi'nden Türkiye'ye uluslararası kara ve demir yolu yapımını öngören sözde kalkınma yolu, Şengal'den geçerek Semelka(Peşhabur) kapısına kıvrılıyor. Oradan da Rojava sınırı boyunca ilerleyerek Metina'yı geçip Habur Sınır Kapısı’yla Türkiye'ye giriş yapıyor. 

Sömürgeci faşist TC'nin, kalkınma şeklinde adlandırdığı, İsrail'in ekonomik koridoruna alternatif olarak gösterdiği yolu kısa sürede yapma imkanı bulunmuyor. Esasen, Rojava ve Başurê Kurdistan'ı birbirinden ayırmak, Metina bölgesindeki gerillayı tamamen tasfiye etmek, Medya Savunma Alanları’nı tecrit etmek, Şengal’i de kontrol altına almak amaçlanıyor. Irak Hükümeti ile işbirlikçi hain KDP yönetimi üç kuruş kazanma beklentisi içinde egemenlik haklarının çiğnemesine, Başurê Kurdistan'ı işgal saldırılarına onay veriyor. Oysa Uluslararası yolların demokratik bir yönetim olmadıkça nasıl ki Yemen’i zenginleştirmediyse, kendilerini de zenginleştirmeyeceğini görmüyor. Hatırlayalım, Bakûr ve Rojava’yı bölen Ankara antlaşması da uluslararası demiryolu esas alınarak gerçekleşmişti. Kürtlere bir şey kazandırmadığı gibi ikiye böldü. Kobanê’nin adı da demir yolu şirketi olan Company’den türetilerek oluşmuştur. Proje, esas olarak Bölgesel sömürgeciliği, soykırımı ve PKK’nin tasfiyesini hedeflemektedir.

Tüm Yollar ‘Küresel Batı’ya Çıkıyor, Ortadoğu Halkları ise Ölüyor

AKP-MHP iktidarı, önce İsrail'i de desteğini yanına alarak Artsakh'ın işgalinde rol oynamış ardından da İranla birlikte Hamas'ı kışkırtarak İsrail'in projesine engel olmak için savaş çıkartmış görünüyor. Hamas ise "daha çok Filistin'linin kanı gerekiyor" ve "cihada çağırıyoruz", "Tüm İsrail'i ortadan kaldıracağız" şeklindeki ilkel milliyetçi, şeriatçı ve halkın canını önemsemediğini yansıtan açıklamalarıyla savaşı körükledi. İsrail de bunu yol temizliği olarak görüp soykırım saldırılarıyla yanıtladı. 

Kapitalist hegomanyanın merkezindeki devletler ise önce İsrail'i koşulsuz destekledi. Savaşın bölgesel bir savaşı tetiklemeye başlamasının ardından ateşkes çağrıları yapmak zorunda kaldı. Çünkü İster Türkiye'den ister, İsrail'den isterse de Süveyş kanalından geçsin, Tüm yollar Avrupa'ya ve ABD'ye varıyor; Küresel Batı, kendi eksenindeki Türkiye ve İsrail merkezli bölgesel rekabetin kendi çıkarlarını zedelemesini istemiyor.

Devam eden savaşın ve Gazze'nin işgalinin İsrail'in yol ve kanal projelerine etkisi net değil. Ancak Birleşmiş Milletler, Avrupa ve ABD'nin İsrail'e ateşkes çağrıları yaptığı noktada Türk devleti ve İran sonuç almış, hiç değilse bölgesel rakipleri İsrail’i yıpratmış görünüyor. Ne uğruna? Binlerce Gazzeli, Batı Şerialı ve İsrailli’nin canı uğruna.

Oysa AKP-MHP iktidarı, bölgesel bir karakter kazandırdığı katliam siyaseti yerine demokratikleşerek iç sorunlarını çözse; bölgeyle de demokratik ilişkiler kursaydı, hem Basra'dan Avrupa'ya uzanan kendi yolunu yapabilir, hem de binlerce Gazzeli'yi ölüme iteklemezdi. Hakeza İsrail, Filistin'i de projeye dahil etse, kim ne yaparsa yapsın, Filistin tarafından tek torpil patlamazdı. Hamas da ekonomik ticari ve ideolojik kaygılarla bölgesel güçlere yaslanmak yerine, kendi halkının can güvenliğini öncelese, ulusal birlik, bölgesel barış yönünde politikalar geliştirse, Filistin'e yönelik ablukanın kalkması yönünde daha başarılı adımlar atmış olur, Gazze de bu düzeyde bir soykırım saldırısıyla karşı karşıya kalmazdı.

Bunlardan daha önemlisi ise Hindistan'ın baharatını, Ortadoğu'nun petrolünü Avrupa'ya taşımak için binlerce insanın canını kaybetmiş olmasıdır. Ortadoğu halkları soruyor: Neden doymak bilmez kapitalist tekelleri doyurmak için binlerce yıldır daha hızlı ve daha büyük yollar yapıyoruz fakat bir türlü kendimizi doyuramıyoruz? Ve kendi karnımızı dahi doyuramadığımız bu yollar uğruna neden milyonlarcamızın ölmesi gerekiyor?

Gözünü para bürüyen Erdoğan, Netanyahu, Hamaney ile bu güçlere yaslanan Aliyev, Paşinyan ve Hamas liderlerinin Ortadoğu halklarına verecek yanıtı yok. Kapitalist hegemonyanın jandarmalığını üstlenen devletler, kendi halkları da dahil olmak üzere, tüm bölgeyi kan gölüne çevirmekten geri durmuyor. Ulus devletlerin kriziyle halkların başına üşüşen milliyetçi iktidarlar, kendi uluslarının refahı ve can güvenliğinden gün geçtikçe uzaklaşıyor.

Filistin'den Kurdistan ve Ermenistan'a bölge, geçmişten bugüne hammadde ve pazar savaşlarına sahne oldu. İlk çağlarda din kisvesi altında yürütülen savaşlar, kapitalizmle birlikte ulus devletler eliyle sürdürülüyor. Egemenlerin hammadde ve pazar arayışı bölgede yaşayan milyonlarca kişiyi ölüme sürükledi, açlığa ve yoksulluğa mahkûm etti. Kürtler, Ermeniler ve Filistinliler, bir kez daha emperyalizmin Ortadoğu'daki enerji ve yol savaşlarının ortasında. Halklar bölgedeki ulus devletlerin işgal ve soykırım saldırılarıyla karşı karşıya.

Burada aktarılanlar birçok yönden incelenebilecek bölgedeki ve küresel kapitalist hegemonya mücadelesinin yalnızca güncel jeopolitik yönü. Ortadoğu ticaretine hâkim olma üzerinden derinleşen 3'üncü Dünya savaşı yalnızca bir ayda on binin üzerinde kişinin canına neden oldu. Milyonları yerinden etti. Haritalar bunca insanın canı dışında birçok şeyi anlatıyor…

Liberal işbirlikçi ulus milliyetçilik, radikal dincilik ve buna yedeklenen sosyalizm iddialı güçler tarafından ihanete uğrayan Filistinliler, Ermeniler, Azeriler ve bölge halkları kapitalist barbarlığın saldırılarını doğru tarzda çözümleyememe ve buna karşı doğru yanıtlar üretememenin ağır sonuçlarını yaşıyor. Kurdistan halkları ise tüm saldırılara rağmen Önder Apo'nun Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi programı altında gün geçtikçe daha geniş kesimlerle bir araya gelerek insanlığın kurtuluşu ve yeni yaşamın inşası yolunda ilerliyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MLKP 7'İNCİ KONGRESİ'NDE DERİNLEŞEN AMAÇ VE YOL BİRLİĞİNİ YİTİRME SORUNU

BİRLİK MÜCADELE ZAFER GELENEĞİNİ YENİDEN AYAĞA KALDIRMAK İÇİN...

TASFİYECİLİĞE KARŞI MÜCADELEDE İBRAHİM KAYPAKKAYA